Türkler’de her atasözü yüzyılların birikim ve süzgecinden geçtiğinden dolayı, çok doğru ve yerinde olduğunu bildiğimden, çok geçerli oluşu nedeniyle benim için çok önemlidir. “Balık baştan kokar” demişler. Çok yerinde bir atasözüdür. Her alanda doğrudur da. Ben Türk Milli Eğitimi açısından sorunların çoğunun yerel yönetimlerde olduğunu düşünmekteyim. Yerel yönetimler ; il milli eğitim müdürlüğü, ilçe milli eğitim müdürlüğü ve okul müdürlüğüdür. Aşağı doğru yetki azalmış olsa da, etki alanının daha geniş olmasından dolayı, en çok sorunun “okul müdürlüklerinde” olması daha gerçekçi olmaktadır. Çünkü, eğitimin alanda uygulayıcısı olan, eğitimin temel taşı öğretmenlerle yüz yüze olan ve eğitilecek öğrencilerle günlük karşı karşıya olan okul müdürleridir. Bu nedenle “okul müdürlüğü” işlev olarak çok önemlidir. Ne yazık ki, günümüz okul müdürlerinin çoğunluğu ise, eğitim öğretimdeki birikim ve yetenekleriyle değil, taraftarlık, tanıdık ve bağlılık davranışlarına göre atanmaktadır. İşte her kurumda olduğu gibi, Türk Milli Eğitimin temel sorunu budur. Bu sorundan kaynaklı olup, milli eğitime en çok zarar veren makam okul müdürlüğüdür. Çünkü, doğrudan alan çalışması yapan makam budur. Bu nedenle önderlik özelliği olmayan, ufku açık olmayan, öğretmene çalışkanlığına değil de, görüşüne göre yaklaşan okul müdürleri, milli eğitim ve öğretimin en büyük sorunlarından birisidir. Böyle bir müdür yapısı; öğretmenlere huzur vermediği gibi öğrencilere de eğitim veremez. Doğal olarak eğitim öğretim seviyesinde ilerleme olmaz. Hatta çoğu yerde gerileme olur. Oldu da. Okul müdürü, ilçe şube müdür, il şube müdürü olan milli eğitimin yerel yöneticileri öğretmen olduklarını unuttukları zaman, eğitim öğretim geriye doğru gitmeye başlar. Genelde böyle oldu. İşte bu nedenledir ki, ben eğitimdeki sorunların çoğunun yerel yöneticiler olduğunu vurgulamaya çalışıyorum. Başlığı da buna göre belirledim. Herhangi bir il, ilçe, okul değil, soruna genel bakışla yaklaşmak istedim. Okul müdürleri çoğunlukla, öğretmenlerin isteklerini göz ardı ederken, öğrencinin isteklerini yerine getirmektedir. Velinin isteklerini ise, anında yerine getirmektedirler. Bu davranışlar, öğretmenleri çok üzmektedir. Çalışma isteğini azaltmaktadır. Verimini düşürmektedir. Öğretmen artık “dersimi anlatırım, giderim” anlayışı ile hareket etmeye başlamaktadır. Bütün bu durumlar, eğitimin ve öğretimin seviyesini düşürmektedir. Bazı müdürler, kafasına uymayanlar içinden bazı öğretmenleri bezdirme yoluna giderler. Buna günümüzde mobing derler. Öğretmenler o kadar cayar ki, başka okula tayin ister. Bazı öğretmenler ise, direnir. Durumu gidip ilçe milli eğitim müdürüne veya şube müdürüne iletirler. Onlar da genelde müdürü korurlar. Müdür haksız olsa bile, öğretmeni başka okula uzaklaştırırlar. Bazı öğretmenler daha da direnir. İl milli eğitim müdürüne veya ilgili şube müdürüne gitse de durum değişmez. İşte, yerel yöneticilerin bu tutumları öğretmeni mesleğinden soğutur. Sadece çaresiz olduğu için yani o maaşa ihtiyacı olduğu için çalışmaya devam eder. Bu durumda olan öğretmen sayısı elbette çoğunluk değil. Ancak ülkemizin öğretmenini harcamaya ne gerek var. Okul müdürleri ve müdür yardımcıları yeni başlayan öğretmenleri baskı altına almaya başlarlar. Sürekli, asaletini onaylamamakla tehdit ederler. Bunun sonucu olarak, yeni öğretmenler, çekingen, öz güveni eksik, bakış açısı dar, düşünce üretemeyen, üretse de bunu öğrenciye söyleyemeyen, söylese bile tam olarak aktaramayan yapıda yetişmeye başlarlar. Bu tip öğretmenlerin yeni nesle örnek olmasını ve onları ileri taşımasını bekleyemeyiz. Bu ve bunun gibi daha bir çok sorun Türk Milli Eğitiminin yerel yöneticilerden kaynaklanan sorunlarıdır. Bu sorunların çoğunun kaynağı sorumlusu okul müdürleridir. Özel, tüzel bir çok eğitim ve öğretim kurumunda 33 yıllık birikimlerime göre gözlemlerimin yani sorunların özetini yazdım. Çözüm önerilerimi de maddeler halinde aşağıya sunmadan önce size öğretmenlik meslek yaşantımdaki somut son örneklerden birisini sunuyorum.
2024 yılı Mayıs ayı son haftasıydı galiba. Öğretmenler odasına gireceğim sırada katta birini gördüm. Veli olduğunu tahmin ediyordum. Ben yetiştiğim kültür gereği her gördüğümüze yardımcı olabilir miyiz diye soruyorum. O veli de müdür beyin odasını sordu, bir üst kat olduğunu söyledim. O da gitti. Ertesi gün müdür bey beni çağırdı. “Bir veli geldi. Senin 11. Sınıf Fizik yazılı notuna itiraz etti. Şu da dilekçesi. Hatanı düzelt.“ dedi. Ben dünkü o veli olduğunu tahmin ettim ve dedim ki, hocam veli geldiğinde beni çağırsaydınız. – Dilekçeyi verdi, gitti. – Hocam, siz bir şey demediniz mi ? – Dilekçeyi verdi, ben de aldım. – Hocam, hem hangi sınıf, hangi yazılı. – Ben bilmem. Sen sorunu çöz. – Tamam hocam dedim ve dilekçeyi alıp gittim. Dersim bitince oturup inceledim. Yazılıyı diğer Fizik Öğretmenlerinin incelemesini istiyordu. Tam olarak hangi yazılıya itiraz ettiği belirgin değildi. Zaten İki olasılık vardı. Ya 1.yazılı ya da 2.yazılı olabilirdi. Ancak şöyle bir durum vardı. 2.yarıyıl 1.yazılı sınavına itiraz ediyorsa, üzerinden Bir ay geçmişti. İtiraz süresi Bir hafta yani Beş iş günüydü. 2.yarıyıl 2.yazılı sınavına itiraz ediyorsa, üzerinden Bir gün geçmişti. Okunmamış ve ilan edilmemişti. Her iki olasılıkta da dilekçenin bir zemini yoktu. Fakat mevzuatı çok iyi bilen okul müdürü bu dilekçeyi almıştı. Ben oraya pek takılmadan araştırmaya başladım. İlk işim o öğrenciyi buldum ve sordum. Sonra bir iki öğrenciden bilgi desteği aldım. Ben daha önce 1.yazılı sınavının kağıtlarını sınıfa getirmiştim. İsteyen baksın demiştim. Çoğunluk incelemesini yapmıştı. İtirazı olanları liste yapmıştım. Evde bakacaktım. Bakmış ve düzeltmeleri de duyurmuştum. E-okula da işlemiştim. Ben de bu öğrenciye kızdım. Bütün bunlar yapılmadı mı? Hocam söyledim ya kapıda dedi. Hatırladım. Ben katta dersine gireceğim sınıfa doğru yürürken, başka bir sınıfın kapısından bir öğrencim seslendi. Hocam kağıdıma bakmak istiyorum demişti. Ben de dalga mı geçiyorsun. Durmadan sizin keyfi hareketinizle mi uğraşacağım demiş, dersime gitmiştim. Diğer öğrenci sağ olsun. Hatırladı ve olayı aydınlattı. Meğer o öğrenci o gün yani sınav kağıtlarını incelediğimiz gün gelmemiş. Gittik inceledik. Sınav inceleme günümüzde okluda, dolaysıyla sınıfta yokmuş. Doğal olarak kağıdını incelememiş. Fakat öğrenci bunu bana söylememişti. Ben de veliyi niye bilgilendirmedin diye çıkıştım. Yani bu açıdan bakıldığında da dilekçe havada kalmıştı. Çünkü ben o öğrenciye kağıdına bakamazsın ya da bakmıyorum dememişim ki. Veli de, okul müdürü de kesin bilgi sahibi olmadan doğrudan beni suçlama yoluna gitmişlerdi. Üstelik veliye okul müdürünün yolunu ben göstermiştim. İnsan biraz düşünür. Hem ben öğrenciyle arama duvar ören bir öğretmen değilim ki. Öğrenciye şunu söyledim. Bak, veline söyle. Bu dilekçenin hiçbir geçerliliği yoktur. Yönetmelik gereği de yoktur. Ben yine de akşam senin 1.yazılı kağıdına bakacağım ve yarın da sana getireceğim. Zaten yarın dersimiz var. Sınıfta ders sonunda bakarız. 2.yazılıyı da daha okumadım. Bunu da benim eğitim anlayışım ve kişiliğim ile ilgili olarak yapıyorum. Bunu bil ve veline de söyle dedim. Akşam eve geldim. Durumu evdeşime anlattım ve dedim ki, o dilekçe müdür beyin elinde kalacak. Bir işe yaramayacak. Belki de geri iade edecek. Öğrencinin 1.yazılı kağıdını alıp, kenara koydum. Tüm sınıfın 2.yazılı sınavlarını da okudum. Hemen e okula da girdim. Ertesi gün, sınıfta Fizik konularından anlatacağım yeri bitirince, bütün sınıfa 2.sınav kağıtlarını incelemek isteyen alsın dedim. Çok az sayıda itiraz edenlerin adlarını aldım ve ilgili öğrencimizi ve ayrıca, seçtiğim 4-5 öğrenciyi yanıma çağırdım. Öğrenci 1.sınav kağıdını inceledi. İyileştirme yaptık. 2.yazılı kağıdını inceledi. Hiç itirazı olmadı. Öğrenci, yazılı kağıtlarıyla ilgili konuda ikna olmuştu. Ancak ben onu bırakmadım. Gelelim sözlü notlarına dedim. Dönem boyunca işaretlemiş olduğumuz (+) ve (-) lere dokunmuyorum zaten. Yani rahat ol, işin içine duygularımı katmıyorum. Biliyorsun 2. Bir sözlü notu var. Şimdi de onu konuşalım dedim. Sonra da ekledim. Şu listeye bir bak dedim ve adını ve karşısındaki notunu gösterdim. 70 yazıyordu. Dün biz 8-10 öğrenciden destek alarak, proje çalışmalarına katkı sunan öğrenci listesini çıkarmıştık. Emeklerine göre 100, 85 ve 70 olmak üzere Üç seviye oluşturmuştuk. Sen de eşya taşımaya yardım etmiştin. Şimdi sorarım sana, benim yerimde başkası olsa ne yapardı dedim. Çocuk şaşırdı. Yanıtını beklemeden dedim ki, merak etme . Ben buna da dokunmayacağım. Emeği ödüllendirme konusunda da adaletli ve eşit davranacağım. Ancak senin 20-30 notlarına karşılık, verebileceğim sözlü notu 40-45 olur. Ben kızarak davransaydım. Aradaki fark olan 25-30 puanı alamayacaktın. Yani kardan zarara uğrayacaktın. Benden 1.yazılıda puan alacaktın, fakat buradan puan kaybedecektin. Bu olayda asıl suç senin. Ne beni ne de velini doğru bilgilendirmemişsin. Velin de araştırmadan okul müdürüne gelmiş. O da araştırmadan bana ulaşmış. Bu olay böylece zincirleme devam etmiş. Bu da sana ders olsun. Yaşantından her zaman benim gibi davranan insanlar karşına çıkmayabilir. Ara olunca, hazırlamış olduğum her iki sınavın da okunmuş fotokopilerini ve dilekçelerimi ayrı ayrı müdür beye teslim ettim. Ertesi gün müdür bey dilekçelerimi bana iade etti. Bir şey dememe fırsat vermeden hızlıca uzaklaştı. Ben de her şeye rağmen konunun üstüne gitmedim. 2024 Eylül, Ekim aylarında yani yeni eğitim öğretim yılında, o öğrenci nerede görse bana selam vermektedir. Üstelik, arkadaşlarıyla birlikte "sizi seviyoruz hocam" diye seslenmeleri bana heves vermektedir. 13 Ekim 2024 İstanbul
Milli Eğitimde Yerel Yönetimden Kaynaklı Sorunlara Çözüm Önerilerim ;
1) Yönetici, öğretmene, en az öğrenci kadar değer vermeli.
2) Yönetici, öğretmene, en az veli kadar değer vermeli.
3) Yönetici, öğretmenin, tüzel isteklerini kulak ardı etmemeli.
4) Yönetici, öğretmenin, özel isteklerini göz önünde bulundurmalı.
5) Yönetici, okuldaki sorunları tek taraflı dinlememeli.
6) Yönetici, öğrencinin her istediğini yapmamalı.
7) Yönetici, velinin her istediği yapılacak diye şartlanmamalı.
8) Yönetici, okulun, devletin kurumu olduğunu unutmamalı. .
9) Yönetici, okulu, kendisinin ve yakın arkadaşlarının özel kurumu sanmamalı.
10) Yönetici, bulunduğu makamda kalıcı olmayacağının farkında olmalı.
Uzman Eğitimci
NAFİ ÇAĞLAR
Ana Karakterler:
TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNİN YEREL YÖNETİM SORUNLARI VE ÇÖZÜM YOLLARI - NAFİ ÇAĞLAR
Beğen